ÇOCUKLUK

Seksenli yıllarda, ilkokula giderken yaz tatilinin gelmesini sabırsızlıkla beklerdim. Yaz tatili demek, oyun demekti, yarışlar demekti. Özellikle tatildeki 2-3 haftalık bir dönem benim için çok eğlenceli geçerdi. Nesrin yengemin yeğeni, Ahmet ağabey ve onun kız kardeşi Zeynep gelirdi. Onlarla çok eğlenceli oyunlar oynardık. Ben, en çok sokaklar arasında düzenlediğimiz ve dört sokağı kapsayan bir parkuru olan engelli, uzun mesafe koşu yarışlarını severdim.
Kıyasıya yarışlar olurdu. Bizim “ gündendi” dediğimiz ayçiçeğinin sapından yaptığımız sopalardan engeller yapar, onları taşların arasında yere sabitlerdik. Hiç kimse de bize “yolun ortasında ne yapıyorsunuz?” diye sormazdı. "15 tatil" dediğimiz yarıyıl tatilinde, kar yağdığı zaman -şimdiki gibi plastik poşet deryası içinde yüzmüyorduk, bulanlar şanslıydı!- bulduğumuz plastik poşetleri kızak yapar, yokuş aşağı içimize kadar ıslanana ve poşetler parçalanana kadar kayardık. Sokaklar çocuk cıvıltıları ile dolup taşardı.
Şimdilerde bakıyorum da koca koca blokların arasında sıkışmış çocuklar, oturdukları apartmanın kapısının önünde kendilerine oyun kurmaya çalışıyorlar. Artık eskisi gibi oyun oynayacak ne sokaklar var ne de arkadaşlar. Yaşadığımız apartmanda yaşayan küçük bir kız çocuğu iki blok ilerideki oyun parkına gitmek için annesine ne diller döküyor bir bilseniz.
Geçen hafta sonu apartmanın girişinde iç kısımda, birinci kata çıkan merdivenlerin ucuna oturmuş üç çocuk tombala oynuyorlardı. Sessiz sakin oturmuşlar, biri poşetin içinden tombala taşlarını çekiyor ve diğerleri de kendi sayılarının çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Birlikte oynamak adına, soğuktan da korunmak için merdivenlere sığınmışlardı.
İki hafta önce yağan karda, yedi yaşındaki komşumuz Ecem, o kadar çok karla oynamak istemiş ve oynayacak arkadaş bulamamış ki babası sonunda kızını kıramamış, birlikte kartopu oynayıp, küçük bir toprak yığınının üzerinden kaymaya çalışmışlardı.
Bir arkadaşım, alışveriş merkezinde karşılaştığı bir dostuyla konuşurken dostunun 6 yaşındaki oğlu “nerede oturuyorsunuz?” diye sormuş arkadaşım da Etlik deyince “Aaa, ben orayı biliyorum Aresta var orada” demiş. Çocuk, semtleri alışveriş merkezlerinin isimlerine göre tanıyormuş…  
Şimdiki çocukların ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordum. Hele bir de ailelerinin ekonomik durumları iyi ise her türlü olanak onlara sunuluyor. Bin bir çeşit kurslar, oyuncaklar, giysiler, bilgisayar… Aklınıza gelen ne varsa emirlerine amade. Onlara imrenmiyor değilim. Yine de sanki çocukluklarını yaşayamıyorlarmış gibi geliyor. Alışveriş merkezlerine sığdırılmış hafta sonları, oyun parkları, oyuncak veren hamburgerli öğle ya da akşam yemekleri… Bütün bunları düşününce, bizim gerçekten harika bir çocukluk yaşadığımızı bir kez daha anladım.

Servet Duygu CERİTOĞLU

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GECENİN IŞIĞI - ŞEBNUR ALTIN